Su ürünleri yetiştiriciliğinde kullanılmak üzere ürettiğimiz yemler için hammadde kaynağımız bugün halen Sardalya gibi balık yağı ve işlendiğinde de “nitelikli bir protein kaynağı” olarak iş gören balıklar. Fakat yükselişte olan eğilimler ve tüketime yönelik daha fazla protein ihtiyacı, artık balık unu ve yemlerin vazgeçilmez bir bileşeni olan balık yağının eldesi için bu gibi pelajik – yani suyun aydınlık kesiminde yaşamını devam ettiren, balıkları dezavantajlı hale getiriyor.

Protein balık yemlerinin yerine başka bir şey konulamayacak olan vazgeçilmez hammaddesi, dolayısıyla balık yemi sektörünün de en büyük ve önemli ihtiyaçlarından. Su ürünleri yetiştiriciliğine yönelik Ar-Ge faaliyetlerinin önemli bir kısmını ise balık yemlerinde kullanılan bu proteinlerin kaynağının neyle değiştirilebileceği oluşturuyor. Bitkisel kökenli proteinlerin yanı sıra protein içeriği yönünden oldukça ilginç görünen diğer kaynakların kullanımı da bu araştırmaların odağında.  Şimdi su ürünleri yetiştiriciliğinin bu önemli bileşeni hakkındaki yeni gelişmelere göz atalım.

Küresel gıda sektörleri içinde su ürünleri yetiştiriciliği, 1970-2014 yılları için yıllık ortalama %8 üretim artışıyla en hızlı büyüyeni ve şu anda insanlar tüketsin diye arz edilen balığın yaklaşık yarısını üretiyor. Dünya çapında yapılan balık avcılığı ise artık sürdürülebilir olmaktan uzakta ve yıllık ~90 milyon ton seviyesinde durağan. (Link 1) (Link 2) (Link 3) (Link 4)

Verimlilik yönünden değerlendirdiğimizde, su ürünleri yetiştiriciliği, dünyanın en verimli işlerden birisi ve çevresel ile geçim kaynaklarını korurken artan su, enerji ve gıda talebini önemli ölçüde karşılayarak 2050 yılına kadar 9 milyardan fazla insanı besleme konusunda kilit rol oynayacak.

Kültür balıkçılığı, yaklaşık 60 milyon ton üretime sahip olduğu 2000’den 2018’e kadar %158 büyüdü. Yetiştiricilik için yem üretiminin de aynı şekilde artması ve 2025 yılına kadar 73.15 milyon ton yem kullanılması öngörülüyor.

Kültür balıkçılığında kullanılmak üzere, yemlerin çevresel etkileri ve artan fiyatları, dünyanın her yanında su ürünleri sektörünün gelişimini kısıtlayan bir faktördür. Yem, yoğun beslenen su ürünleri yetiştiriciliğinin tedarik zinciri boyunca en büyük genel çevresel etkiye sahiptir; burada verim, hayvanlara besin açısından eksiksiz formüle edilmiş yemler verilmesine bağlıdır.

Mevcut ticari balık yemindeki (BY) balık unu (BU),  protein ve balık yağı (BY) bileşenleri, denizdeki besin zincirinin içinde önemli bir yer tutan ve temel bir bileşen olarak kabul gören “yemlik” balıklardan geliyor, fakat bu balıkların yem üretme amacıyla avlanması da da git gide daha sürdürülemez bir hale geliyor.

Su ürünleri sektörü, şu anda Ringa, Sardalya ve Hamsi gibi küçük ve yağlı balıklardan elde  edilmiş balık unu ve yağının yağının %70’inden fazlasını kullanıyor. Dünya çapındaki rakamlara bakarsak, yakalanan 29 milyon ton küçük balığın yaklaşık 16,9 milyonu şu anda her yıl kültür balıkçılığı yemi üretmek için kullanılmakta. (Link)

Balıkların su ürünleri yemlerine dahil edilmesinde bir azalış görülmesine rağmen 2050 yılına kadar 0.4 ila 1.32 milyon ton arasında balık unu kıtlığı meydana gelebilir ve bu da su ürünleri endüstrisinde işlerin devam ettirilmesinin önünde engel olabilir. Analistler ayrıca mevcut tüketim hızına göre,  yem taleplerinin 2037 yılına kadar elde edilen yemlik balık arzını geçebileceğini ve bu balıklarla beslenen herkes için ciddi bir sorun olabileceğini öngörüyor.

Yeni balık yemlerini benimsemede karşılaşılan sorunlar ve yeni balık yemlerini benimsemenin beraberinde getireceği fırsatlar

Balık yemi endüstrisi, farklı hammaddeleri yalnızca soya ve mısıra rekabet edebilecek bir maliyetinin olması ve arzının devamlı olması halinde kullanır. Rekabetçi hammaddeler geliştirmek için de araştırmacılar ve su ürünleri endüstrisi paydaşlarının işbirliğinde olmasına ihtiyaç var ve çevresel, sosyal ve ekonomik etkilerin olumsuz yanlarını en aza indirirken hangi hammaddenin daha verimli ve kârlı olacağını belirlemek için araştırmaların yürütülmesi gerekir.

Yeni bileşenlerin sürdürülebilirliğine ilişkin bir değerlendirme dikkat çekiyor. Alternatif hammaddede karşılaşılan en büyük zorluk, endüstriyel ölçekte büyük miktarlarda üretmek için mikroalg tedarikinde tutarlılığı sürdürmekte görünüyor. Aşılması gereken bir diğer bir büyük zorluk ise gelenekselle dönüşümsel arasındaki rekabetçi fiyatlar. Bu kalem, su ürünleri sektörünün seyrini bugün belirleyen ve gelecekte de belirlemeye devam edecek en büyük kısıtlama. Son olarak da, ölçeklendirme, yeni hammadde kaynakları geliştirmek için gerçek bir engel.

Sadece su ürünleri yemleri endüstrisi için değil, hemen hemen alanda şu anda yeni içerikleri benimsemek hâlâ zorlu bir iş ve acımasız gibi görünse de, dünyadaki tüm üreticiler için ne yazık ki adil olmayacak. Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki küçük yetiştiriciler ve üreticiler ile bu segmentteki işletmelere balık yemi sağlayan geleneksel yemlerden,  yenilikçi yem içeriklerine geçişler için çok fazla düzenlemeye ihtiyaç olacak ve bunların çevresel ve ekonomik çerçevelerde değerlendirilmesi zaman alacak.

Balık yemlerinde karasal bitki ve yağların kullanımı ile yarattığı çevresel zorluklar

Endüstriyel ölçekteki tarım, ekilebilir arazi kaybına neden olan tarımsal kirlilik nedeniyle muazzam bir zorlukla karşı karşıya ve yem üreticileri şu anda balık unu ve balık yağı yerine kullanabilecekleri en iyi alternatifler olan soya, mısır ve kanola gibi kaynaklara biraz fazla güveniyor. Denizden elde edilen proteinin yerine kullanılması düşünülen bu bitkisel kaynaklar için yaşanabilecek yoğun talep, bitkilerin daha fazla yetiştirilmesi için kullanılacak olan besinlerde ve ürünlerin korunması için kullanılacak kimyasallarda artışa neden olabilir. Bunun sonu da ötrof yada kimyasallarla kirlenmiş tarım arazilerinde artış, dolayısıyla da başka belli başlı sorunlar demek.

Karasal kökenli bitkilerden elde edilmiş protein ve yağlar, denizel kökenli olanlara göre daha yüksek seviyelerde olan antinutrisyonel bileşenler nedeniyle düşük sindirilebilirlik ve lizin, metiyonin, treonin ve triptofan gibi belli başlı proteinler yönünden de sınırlanmış halde. Balık yeminin içindeki proteini karasal karasal kökenli bir hammadde ile değiştirmek endüstri için önemli bir zorluk ve eksik temel amino asitleri sağlamak için bunların eklenmesi için gerekli telafi edici çalışmaları arttırdı. 

Yağ yönünden baktığımızda ise, karasal kökenli yağlarda Dokosaheksaenoik asit (DHA) ve Eikosapentaenoik asit (EPA) gibi uzun zincirli çoklu doymamış yağ asitleri (LCPUFA) başlıca sınırlamalar. Bunlar, Alabalıkgiller için temel omega-3 yağ asitleridir ve balıkların duyduğu gereksinim, diyetin yaklaşık %0.5-1.0’idir.

Bir sonraki yazıda, balık yemlerinde kullanılma potansiyeli olan yeni hammaddelere, teknolojilere ve bunların dönüşümsel kullanımlarına göz atacağız.