Kültür balıkçılığı, kendi içindeki dinamikleri ve toplumsal ihtiyaçlar neticesinde özellikle son yıllarda giderek daha önemli bir endüstri haline geldi. Su ürünlerine olan talep artmaya devam ederken su ürünleri yetiştiriciliği, vahşi balık popülasyonları üzerindeki baskıyı azaltırken bu talebi karşılamak için sürdürülebilir ve öngörülebilir bir çözüm sunuyor.
Ancak, herhangi bir endüstride olduğu gibi su ürünleri yetiştiriciliği de bugünden daha iyiye giderken iyileşmeye açık. Bugün ister kültür balıkçılığının çevremizi ve beslenmemizi daha iyi hale getirdiğini gösteren çeşitli yollara göz atacağız. Kültür balıkçılığı dünyasına dalarken ve neyin daha iyi hale getirdiğini keşfederken burada olmanız hepimizi çok mutlu eder.
Mutfak alışverişi yaparken hepimiz artık birden çok marketin en uygun reyonlarında araştırma yapıyor ve indirimleri takip ediyoruz. Yetiştiricilik yoluyla elde edilmiş deniz ürünleri, avcılık yoluyla elde edilmiş olanlara göre genellikle daha uygun fiyatlı seçeneklerdir. Bunun en önemli nedenlerinden birisi hasat, işleme ve nakliye giderlerinin avcılığa göre daha düşük olması.
Kültür balıkçılığından gelen ürünleri için, bütçenizi daha az zorlayan pek çok seçenek var. Örneğin Türkiye’de hizmet veren büyük marketlerin hafta sonu satış stratejilerinde Çipura yada Levrek balığı daima kampanyalara dahil edilmiş oluyor.
Yetiştiricilik operasyonu altındaki balıklara omega-3 yağ asitleri, yemlere katılan destekleyiciler vasıtasıyla verilir. Doğada yaşayanlar ise çoğunlukla plankton ve alglerden alırlar. Çiftlikte yetiştirilen balıkların beslenmeleri üzerinde daha fazla kontrol olduğundan, üreticiler balıktaki omega-3 yağ asitlerinin miktarını üst düzeye çıkaracak şekilde ayarlayabilir.
Omega-3 yağ asitleri, vücutta hücre zarları yapımında olduğu kadar kalp hastalıklarından ve felçten korunmak için önemlidir. Çiftlikte yetiştirilen Somon ve Alabalık, omega-3 yağ asitlerinin en iyi kaynaklarından bazılarıdır.
Yetiştiriciliği yapılan deniz mahsüllerinden “sürdürülebilir” bir protein kaynağı olarak bahsedilmesinin birçok nedeni var. İlk olarak, bunların nispeten düşük bir yem dönüşüm oranına sahip olması; yani bir kilo et oluşturmak için gereken yem miktarı. Su ürünleri yetiştiriciliği yapılan balıkların ortalama yem dönüşüm oranı aşağı yukarı 1’e yakınken, tavuk ve sığır eti için ortalama 2,1’den 10’a kadardır.
Son yıllarda, çiftlikte yetiştirilen balıklara olan talebi desteklemek için işleme tesislerinden ve bitki proteinlerinden elde edilen kaynakların kullanılmasına yönelik girişimler var. Balıklar aynı zamanda karada yaşayan hayvanlarla aynı miktarda alana ihtiyaç duymaz, bu da balıkların iç mekan devridaim sistemlerinde veya diğer tarımsal faaliyetlerin yapılamadığı marjinal arazilerde yetiştirilebileceği anlamına gelir.
Yetiştirilen balıklar, doğadan avlanan deniz ürünlerinden daha az sağlıklı demek değildir. Omega-3 içeriğindeki marjinal farklılıkların yanı sıra, tüketiciler ister yetiştirilmiş ister doğadan gelen deniz mahsulleri olsun, besleyici mahsulleri satın aldıklarından emin olabilir.
Balıkla ilgili en yaygın yanlış efsaenelerin biri, balık etinin renginin doğrudan balığın besin içeriğini yansıttığıdır. Balık etinin rengini belirleyen iki şey vardır; miyoglobin ve besleme. Miyoglobin, bir balığın kaslarında oksijen depolamaktan sorumludur. Ton balığı ve Mahi mahi gibi kırmızı etli balıklar daha koyu ete sahipken Tilapya ve Pisi balığı gibi balıklar beyazdır çünkü daha az hareketidir. Kril ve karides gibi kabukluları besin olarak tüketen balıkların eti daha kırmızı olur. Çiftlikte yetiştirilen balıkların diyetlerinde bu kabuklular bulunmadığından, etlerinin rengi tipik olarak daha açık renklidir.
Ton balığı ve Kılıç balığı gibi büyük, yırtıcı balıklar genellikle cıva gibi ağır metal birikimi ile ilişkilendirilir. Ağır metallerin bu balık türlerinde bulunması muhtemeldir ve bunların çoğu, toksinler balıkların içinde bulunduğu doğal besin zinciri boyunca biyolojik olarak biriktiği (biyobirikim olaran tanımlanır) için kontrollü çiftlik koşullarında yetiştirilen balıklarda görülme ihtimali düşüktür.
Hem yetiştirilen hem de yabani balıklar, yaşadıkları su kütlesinde görülen endüstriyel kirlilik nedeniyle cıvaya maruz kalır. Yine de, avlanarak elde edilmiş büyük yırtıcı türlerin tüketimine kıyasla risk daha düşüktür.
Balık çiftlikleri de dahil olmak üzere, su ürünleri yetiştiriciliği ile ilgili ortalıkta dolanan pek çok hatalı bilgi var. Kontrollü yetiştiricilik tesislerinden kaçan ve doğadaki yerel türlerle birlikte üreyen balıklarla ilgili tuhaf hikayeler ve içi balıkla doldurulmuş kafeslerle ilgili görüntüler tüketicileri çiftlik balıklarını tüketmekten caydırıyor.
Su ürünleri yetiştiriciliği operasyonları da birim alanda en uygun yoğunluklta stoklama yapılmaya çalışır ve tesislerden çeşitli nedenlerle kaçakların olmadığı anlamına gelmez. Üreticilerin sürdürülebilir yetiştiricilik hakkında artan bilgileri ve bu elde ettikleri bu bilgileri uygulama becerilerinin artması ile mali teşviklerin birleşmesi, su ürünleri yetiştiriciliği dinamiğini ve potansiyelini olumlu yönde geliştiriyor.
Yetiştirilen balıklar, doğadan avlanan deniz ürünlerinden daha az sağlıklı demek değildir. Omega-3 içeriğindeki marjinal farklılıkların yanı sıra, tüketiciler ister yetiştirilmiş ister doğadan gelen deniz mahsulleri olsun, besleyici mahsulleri satın aldıklarından emin olabilir.
Balıkla ilgili en yaygın yanlış efsaenelerin biri, balık etinin renginin doğrudan balığın besin içeriğini yansıttığıdır. Balık etinin rengini belirleyen iki şey vardır; miyoglobin ve besleme. Miyoglobin, bir balığın kaslarında oksijen depolamaktan sorumludur. Ton balığı ve Mahi mahi gibi kırmızı etli balıklar daha koyu ete sahipken Tilapya ve Pisi balığı gibi balıklar beyazdır çünkü daha az hareketidir. Kril ve karides gibi kabukluları besin olarak tüketen balıkların eti daha kırmızı olur. Çiftlikte yetiştirilen balıkların diyetlerinde bu kabuklular bulunmadığından, etlerinin rengi tipik olarak daha açık renklidir.
Konu gıdalar olduğunda, dünyanın neresine giderseniz gidin her gıda ile ilgili sorunlar mutlaka karşınıza çıkar. Bu sorunların ortaya çıkışını azaltmak ve gıdaları mümkün olduğu kadar güvenli tutmak için, tıpkı diğer tarımsal ve hayvansal ürünlerde olduğu gibi deniz mahsullerinde de çeşitli prosedürler vardır. Bunlar, gıda güvenliği, kritik kontrol noktası testleri ile dokümantasyonu ve tağşiş ve ithalat düzenlemeleri için gerekli testleri içerir.
Çiftlikte yetiştirilen balıklarla birlikte yanıtı aranan en önemli soru antibiyotiklerle ilgilidir. Karasal çiftçilikte olduğu gibi, balıklara verilen tüm antibiyotiklerin FDA tarafından onaylanması ve tüketim için kullanılması planlanan tüm deniz mahsullerinin bu standartlara uyması beklenir.
Deniz mahsulleri yetiştiriciliği de en basit haliyle bir hayvancılık türü ve yetiştiricilik operasyonunda antibiyotik kullanımı şu an için elzem olduğundan, çevreye antibiyotik karışma riski her zaman vardır. Bu, su ürünleri yetiştiriciliğinin bütünüyle “kirli” olduğu veya balıkların antibiyotiklerle dolu olduğu anlamına gelmez, daha ziyade tüm tarım endüstrisinde antibiyotik kullanımının insanların ve ekosistemin sağlığı için bir sorun olduğu anlamına gelir. Makul yoğunluklar ve önleyici hastalık yönetimi dahil olmak üzere uygun çiftçilik uygulamaları, antibiyotik kullanımına karşı koymak için en iyi seçeneklerden ikisidir.
Genel olarak bilinenin aksine, kültür balıkçılığı yalnızca balık yetiştirmekten ibaret değildir. Özellikle Akdeniz bölgesinde karides ve Marmara – Kuzey Ege’de midye, Türkiye’de de son dönemde yetiştiriciliği en fazla yapılan türler arasında. Çeşitli algler ve hatta kurbağa, su ürünleri yetiştiriciliğinin dikkat çeken diğer bileşenleri.
İnsan tüketimine yönelik su ürünleri yetiştiriciliği yapmak oldukça revaçta olsa da, akvaryum balıklarının, araştırma ve rehabilitasyon amaçlı üretimler de gözden kaçırılmayacak bir büyüklüğe sahip.
USDA Organik ve Adil Ticaret gibi sertifika programları, gıda ürünlerinin şeffaflığına ve sürdürülebilir şekilde pazarlanmasına destek olur. Deniz ürünlerine özel bu sertifikaların çoğu vardır ve bunlar, tüketicilerin ne zaman doğadan yakalanmış veya yetiştirilmiş deniz ürünlerini seçeceklerini anlamalarına yardımcı olur. Önemli bir diğer sertifikalandırma kuruluşu da Aquaculture Stewardship Council (ASC).
Bu üçüncü taraf, ekolojik ve sosyal sürdürülebilirlik için yalnızca çiftlikte yetiştirilen balıkları onaylar. ASC standartlarından bazılarını sürdürülebilir yemi optimize etmeyi, profilaktik (önleyici) antibiyotik kullanımını yasaklamayı, belirli hastalıklar için düzenli test yapılmasını zorunlu tutmayı ve hayvan refahını artırmak için stoklama yoğunluğunda sınırlamalar sağlamayı içerir.
Geleneksel tarımla ilgili dinamikler değiştikçe, belirli bir alandan daha fazlasını elde etme arayışı da artıyor. Balıkla birlikte sebze üretimi revaçta olan bir diğer tarım yöntemi ve oldukça ilgi görüyor.
Tarım denince aklımıza gelen ilk şey olan toprağı kullanmadan yapılan sebze yetiştiriciliği hidroponik olarak tanımlanmakta ve karasal alan ihtiyacını azaltmakta oldukça iyi. Akuaponik, hidroponiklere benzer, belirgin farklarından biris balıkların metabolik atıkları sebzeler için besin olarak kullanılıyor. Tüm bir akuaponik sistemi, marul, turp ve çilek gibi bitkilerle birlikte balık, dolayısıyla protein üretebilir.
Genel olarak bilinenin aksine, kültür balıkçılığı yalnızca balık yetiştirmekten ibaret değildir. Özellikle Akdeniz bölgesinde karides ve Marmara – Kuzey Ege’de midye, Türkiye’de de son dönemde yetiştiriciliği en fazla yapılan türler arasında. Çeşitli algler ve hatta kurbağa, su ürünleri yetiştiriciliğinin dikkat çeken diğer bileşenleri.
İnsan tüketimine yönelik su ürünleri yetiştiriciliği yapmak oldukça revaçta olsa da, akvaryum balıklarının, araştırma ve rehabilitasyon amaçlı üretimler de gözden kaçırılmayacak bir büyüklüğe sahip.
Balık ve diğer deniz mahsüllerinin yetiştiriciliğindeki yükselişin temel nedeni aslında doğada var olan stokların geleceğinin tehlikede olması ve bu stokların toparlanırken aynı zamanda deniz mahsülü tedariğini sürdürmeyi başarmak.
Balıkçılıkla ilgili, dünyada almamız gereken en önemli reaksiyon yabani stoklara olan bağımlılığımızı azaltmak. Stokları tüketmenin yanı sıra yasa dışı avlanma, ıskarta avcılık ve insan haklarına yönelik ihlaller gibi sorunlar da söz konusu. FAO, dünyada sürdürülen balıkçılık faaliyetlerinin %34,2’sinin aşırı avlanma olarak kabul edildiğini tahmin ediyor.
Olması belenen ortalama miktarın altında kalan balık stokları, besin zinciri ve hayatta kalmak için balık stoklarına bağlı olan balıkçılık, kıyı toplumlarının geçim kaynağı ve tüketicilerin arz ve talebi üzerinde sınırlayıcı bir etkiye sahiptir.
Kabuklu deniz ürünleri yetiştiriciliğinin kendi çevresel faydaları vardır.
İstiridye, tarak ve midye gibi türleri içeren çift kabuklular, büyümek için herhangi bir ek yem, besin maddesi veya kimyasal maddeye ihtiyaç duymazlar. Bunun yerine, süzerek beslenen canlılar olarak, bölgedeki tesislerden ve şehirlerden gelen besin akışı da dahil olmak üzere, besinlerini yakın çevrelerinden alırlar.
Sonuç olarak, çift kabuklular çevre üzerinde her ne kadar ihmal edilebilir miktarda da olsa, olumlu bir etkiye sahiptir, çünkü ortamdaki fazla azotu ve fosforu bünyelerine alarak ortamdaki alg patlamalarını ve oksijenin kontrolsüz şekilde tükenmesinin önüne geçerler.
Çift kabuklular, atmosferden karbon alarak iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak konusunda ve ekosistem yaratımı konusunda da oldukça önemlidir. Ekosistem mühendisleri olarak kabul edilen bu grup, su altında balık ve alglere yeni yaşam alanı açan resiflerin oluşumunu sağlar.
Su ürünleri yetiştiriciliğinin, özellikle deniz ürünleri endüstrisinde insan tüketim kalıplarında önemli değişiklikler yarattığı bir gerçek. Aşırı avlanma ve çevresel faktörler nedeniyle yabani balık popülasyonlarının azalmasıyla birlikte, su ürünlerine yönelik artan talebi karşılamak için su ürünleri yetiştiriciliği sürdürülebilir bir çözüm olarak ortaya çıktı ve günümüzde dünyanın farklı yerlerinde çok farklı formlarda su ürünleri yetiştiriciliği yapılıyor.
Bu, bölgesel ekonomik koşullarla kısmi şekilde bağlantılı olarak tüketicilerin artık hem uygun fiyatlı hem de yüksek kaliteli daha geniş bir deniz ürünü yelpazesine erişebilecekleri anlamına geliyor. Ayrıca su ürünleri yetiştiriciliği, karides, somon ve ton balığı gibi bir zamanlar nadir veya egzotik olarak kabul edilen deniz ürünlerini düzenli olarak tüketmemizinin de gerçek ve devamı getirilebilir bir yolu.
Kültür balıkçılığı endüstrisi gelişmeye ve yenilik yapmaya devam ettikçe, deniz ürünleri ve tüketimimizin çevre üzerindeki etkisi hakkındaki düşüncelerimizi değiştireceğiz ve kültür balıkçılığının bizim tarafımızda olan faydalı bir araç olduğunu fark edeceğiz.